Şubat’ın soğuğunda hastane yolundayız. Ege sarılık. Doktorun odasının önünde minicik bebekleriyle anneler ve babalar sırada.
Sıra bize gelince içeri girdik. Ege’nin sarılık olduğunu söyledik. Doktor soymamızı istedi. Soyduk, doktor yaklaştı Ege’yi incelemeye başladı. Önce avuç içlerine baktı, sonra ayaklarına, sonra kollarını çekip çekip bıraktı. İlk kez anne olan ve çocuk doktorları hakkında hiçbir şey bilmeyen ben, bir yandan “Napıyor bu kadın?” diye soruyordum kendime bir yandan da “Böyle mi oluyor ki çocuk muayenesi?” diyordum. Bundan sonra gittiğimiz tüm doktorlar, avucunun içine baktıkça Down sendromlu çocukların muayenesinin böyle olduğunu daha sonra anladım. Gereksiz olduğunu ise daha da sonra. Ardından hayatım boyunca yüzlerce kez yanıtlamak zorunda kalacağım o soru geldi: “İkili tarama testi yaptırmış mıydınız?” Evet, yaptırmıştım. “Bir sorun var mıydı?” Hayır, hiçbir sorun yoktu, dosyam evdeydi, isterse gösterebilirdim. Sonra ikinci enteresan soru geldi: “Eşinizle aranızda akrabalık var mı?” Hayır, yok! Bu iki sorudan sonra kayınvalidem, zaten karnına ağrılar saplanan bana oturmamı, ayakta beklemememi söyledi. Bir şeyler geliyordu, anlamıştı, düşüp bayılmamdan korkmuştu belki de. Bu iki sorudan sonra hayatımızın tam ortasına düşecek en büyük gerçek gelmişti:
“Bu çocuk Down sendromlu gibi.”
Zannedildiği gibi düşüp
bayılmadım, ama kayınvalidemi dinleyip oturmuştum. Duygulara çok önem versem de
mantığımı devreye sokma zamanıydı. O an neler hissettiğimi hatırlamıyorum bile.
Kalbimin üzerine kocaman bir soru işareti oturmuştu. “Ne demek ‘gibi’?” dedim. “Gözleri çekik,
hareketleri çok zayıf.” dedi doktor. Belki başka şeyler de söylemiş olabilir,
tam hatırlamıyorum. Kendi kendime “Tabii ki zayıf olacak, erken doğdu bu çocuk,
üstelik de sarılık.” derken doktora ise “Peki nasıl kesin olarak öğreneceğiz?”
dedim. “Kromozom analizi yaptırmak gerek.” Kromozom analizinin ne olduğuna dair
hiçbir fikrim yoktu ama “Yaptıralım, nasıl?” dedim. Kan alınması gerekiyor,
dedi. Bunun üzerine hem sarılık testi, hem de kromozom analizi için Ege’den kan
alınması gerekiyordu. Üzerime çöken ağırlıkla Ege’yi annem ve kayınvalideme
verdim, kan alma odasına onları yolladım. Eşim çoktan odadan çıkmıştı. Yanına
gittim. “İyi misin?” diye sordum. “Ya Down sendromluysa, ne yapacağız?” dedi.
“Yapacak bir şey yok, çocuk bizim çocuğumuz bakıp büyüteceğiz.” dedim. Onu hiç
ağlarken görmeyen ben gözlerinin dolu olduğunu gördüm. İçim acıdı. Ben de
ağlamak istiyordum ama hayır, şimdi değildi. Ortada bir şey yoktu. Bu sadece
bir tahmindi. Muhtemelen de doktor yanılıyordu. Benim de gözlerim çekikti
hafiften, annemin de. Oğlum da sarılıktı, üstelik erken doğmuştu. Hem küçücük
bebeğin ne hareketi olacaktı, kalkıp parende mi atacaktı. Ne biçim doktordu bu!
Pat diye de Down sendromlu deyivermişti! Ege kan alınırken çığlıklar atarak
ağlıyordu, biz de aynı çığlıkları kendi içimizde atıyorduk, eşimin gözleri
doluydu, benimse bakışlarım bomboştu. Kan alma işlemi bitince tekrar doktorun
odasına girdik. Ne zaman çıkardı bu kromozom analizinin sonucu… 15-20 güne
çıkar, dedi ve ekledi ama bence yüzde 51 Down sendromlu. Rakamlar yanıltıcı
olabilirmiş. Yüzdelik oranlar ihtimalleri anlatır. Oysa biz, yüzde 51’in yüzde
99’a eşit olduğunu anlayamadık o gün.
Ege sarılık tedavisi için iki
gece hastanede yattı. Her annenin bebeğiyle hastanede yaşadığı maceralar
anlatmakla bitmez. Bizimkiler de anlat anlat bitmeyecek türden diye düşünmüştüm
o iki günde. Meğer öyle değilmiş. Meğer o iki gün daha işin başıymış. Eve
geldikten sonra Ege’nin uyuduğu her dakikam internette Down sendromunu
araştırarak geçti. Neydi bu Down Sendromu? Ne oluyordu? Tedavisi var mıydı?
Eşimin izni bitmişti. Ankara’ya
dönmek zorunda kaldı. Ben, Ege ile annemin evindeydim. Kromozom analizinin sonucunu
bekliyorduk. Bu süreçte Hilal Anne’yle rutin telefon konuşmalarımız devam
ediyordu. İkizler küvezdeydi, onları merak ediyordum. O gün yine Hilal aradı,
telefonda adını görünce ilk kez açmak istemedim. Ne diyeceğimi bilemiyordum.
Söylemeli miydim onu da bilemiyordum. Biz, birbirinin üzüntüsünü sonuna kadar
kendi içimizde yaşayan iki dosttuk. Bana üzülür de sütü etkilenir diye ödüm
kopmuştu. Ama ben de bunu tek başıma taşıyamıyordum. Anlatmak zorundaydım yoksa
bu ağırlığın altında ezilecektim. Nasıl anlattım hiç hatırlamıyorum. Hep
yaptığımız gibi birbirimize destek olduk, yani o bana destek oldu. Birkaç gün
sonra başka bir telefon aldım. Sağlık Ocağından arıyorlardı. Ege’nin topuk
kanında tiroit değerleri yüksek çıkmıştı. O güne kadar internetin altını üstüne
getiren ben Down sendromlu çocuklarda tiroit rahatsızlığı olabileceğini
okumuştum. Yine de kondurmadım. Ama bir terslik olduğunu idrak etmeye
başlamıştım. Telefonda ne kadar yüksek diye sordum. 1-5 arası olması gereken
değer, Ege’de 25 çıkmıştı. 5 kat yüksek! Bu neden olur diye sordum. Sebebini
bilmiyoruz dediler ama tiroit çok önemli, zekâ geriliğine kadar giden sonuçları
var. Sizi hemen üniversite hastanesine sevk etmemiz gerek, lütfen gelip sevk kâğıdınızı
alın. Gittim, sevk kâğıdını aldım ve üniversite hastanesinin yolunu tuttuk. Bu
kadar koşturmacanın arasında ben ameliyatlı mıydım, ağrım sancım var mıydı,
nasıl yürüyordum, nasıl eğilip kalkıyordum hiçbirinin önemi kalmamıştı. Zaten
hep bir yerlere koşturan ben, anne olunca durulmamıştım, sezaryen bile beni
durdurmayı başaramamıştı. Tam tersi şimdi daha hızlı koşmam gerekiyordu.
Sevk kâğıdını aldığımız gibi
hastaneye gittik. Oğlumun nüfus cüzdanı en çok kullandığımız evrak hâlini
almaya o gün başladı. Bizle ilgilenen doktora tiroit değerinin yüksek çıktığını
anlattık. Baktı, baktı, yan odadan başka doktorlar çağırdı. Onlar da baktılar.
Topuk kanını vereli 2 hafta kadar olmuştu. Tekrar bakmamız gerek, artmış ya da
azalmış olabilir, dediler. Duruma göre ilaç başlayabiliriz. Bu arada gelip
giden, Ege’ye bakan tüm doktorlar, “Down sendromlu mu?” diye soruyorlardı
çekinerek. Neyse ki üniversite hastanesi doktorları daha insaflıydı,
çekiniyorlardı en azından. “Bilmiyoruz,” diyordum hepsine “kromozom analizinin
sonucunu bekliyoruz.” Kromozom analizi yapıldıysa sorun yoktu onlar için.
Tekrar kan vermeye gittik. Orada kanı alan hemşire de “Aaa Down sendromlu mu?
Tüh tüh!” deyince ben de film koptu. “Bilmiyoruz, kesin bir şey yok.” diye
tersledim kendisini. Ama artık canıma tak etmişti.
Kan verdik, sonucu öğleden sonra
çıkar dediler. O arada Ege’nin karnı acıkmıştı. Zeminin bir kat altındaki
emzirme odasına indik. Ege’yi emzirirken anneme “Anne şu hastaneyi bir arar
mısın? Ege’nin analiz sonucu çıkmış mı?” dedim. Yerin bir alt katı olduğu için
telefon çekmiyordu. Tamam, dedi, annem bizi Ege’yle emzirme odasında bırakıp
telefon etmeye gitti. Hayatta hiçbir telefon konuşmasının süresi bana o kadar
uzun gelmedi. Oğlumun mis kokusunu çektim içime, bir yandan emzirdim, bir
yandan bildiğim bütün duaları okudum. Kulağımda ise çocukları hasta olan bir
sürü annenin konuşmaları… Tedavi gören, ameliyat olacak bebekler kucaklarında...
Benim burada ne işim vardı?
Annem geldi, odaya girdi. Yüzünün
şekli her şeyi anlatıyordu. Tek kelime çıktı ağzımdan: “Pozitif mi?” Annem
sadece başını salladı. Ağlamadım, sadece rahatlar gibi bir iç çektim. “Neyse
dedim, bilmek bilmemekten daha iyi.” Arafta olmak berbattı çünkü. Arafta bile
olsa insanın içinde hep bir umut oluyor. Ters giden her şeye rağmen içten içe
hep bekliyorsun, biri çıksın da “Bu işte bir yanlışlık var.” desin diye.
Cehalet mutluluktur diye boşuna demiyorlarmış, hiçbir şeyi bilmek bu kadar zor
gelmemişti. Yine de artık neyle karşı karşıya olduğumu bilmek içimdeki o
karanlık boşluğu doldurmuştu. Ege doyduktan sonra yukarı çıktım. Tiroit
sonuçlarını aldık. 1-5 arası olması gereken TSH 166 çıkmıştı. Bu rakamın ne
kadar doğru olduğundan bugün bile hâlâ emin değilim. Tüm doktorları bir telaş
sardı. Hemen ilaç başlamamız gerek dediler. Ege’ye günde 50 mg olmak üzere
tiroit ilacı yazdılar. Ertesi sabah başlanacaktı, aç karnına ilacı verecektik,
30 ila 45 dakika bekleyip sonra emzirecektim! 14 gün ilacı kullanıp tekrar
tiroit değerlerini ölçtürecektik. Bu şekilde doz ayarlanacaktı. 2 hafta sonraya
randevu verdiler.
Anneler çocuklarının en iyi
doktorudur derler ya bunun ne demek olduğunu o 2 haftada öğrendim ben. 50
mg’lık tiroit ilacını kullanmaya başladıktan sonra Ege’nin yüzünde küçük
sivilcecikler çıkmaya başladı. Çocuk doktoru alerjik olabileceğini söyleyip bize
krem verdi, oğlumun tüylü battaniyesini görünce bize kızdı bir de. Ama ben
biliyordum, battaniyeyle falan ilgisi yoktu, alerjik değildi Ege’nin durumu.
İlacın dozu fazla gelmişti. 2 hafta sonra bunu endokrin doktoruna söylediğimde
bana karşı çıktı. İlacın öyle bir yan etkisi yok, dedi. Oysa Ege’nin tiroit
değerleri 0’ın altına düşmüştü. İlaçtandı emindim, ilacın dozunu düşürünce
haklı olduğumu anlayacaklardı. Tiroit ilacıyla 7 Mart sabahı tanıştık. Hâlâ
yakın ilişkimiz devam ediyor.
Kromozom analizi sonucunda Down
sendromu çıktığını söyledik doktorlara. Bunun üzerine bizi bir sürü başka
bölüme yönlendirdiler. Hepsinden “hemen yarına” randevu alınması gerekiyordu.
Her sevk kâğıdının üzerinde “Down sendromu tanısıyla gelen hasta için acil …
tetkiki” yazıyordu. O üç nokta; kalp, göz, karın, beyin, kalça, işitme testi,
tiroit ultrasonu kelimeleriyle defalarca dolduruldu. Ben ertesi güne
randevuları tamamlayana kadar saat öğleden sonra 4 olmuş, hastanede mesai
bitmişti. En son randevuyu da aldıktan sonra kardeşimi aradım. “Binnur, Ege
Down sendromlu.” diyebildim. O ağladı, ben ağladım. “Abime söyledin mi?” diye
sordu. Hayır, ilk seni aradım, dedim. “Abla, abimi ara.” dedi. “Ne diyeceğimi
bilmiyorum”. dedim. “Abla, abimi ara.” dedi tekrar.
Ve ben bu hayatta delice sevdiğim
adamı ilk kez aramak istemedim. Gün boyunca beni aradığında tiroit sonucunun
çıkmasını bekliyoruz diye geçiştirmiştim. Arayıp ne diyecektim? Ama aramak
zorundaydım. Benim olduğu kadar onun da çocuğuydu. Bilmek hakkıydı. Anlatmak da
benim hakkımdı. Tek başıma taşıyamazdım bunu. Aradım. Kromozom analizi sonucu
çıkmış, dedim. Bir sonraki cümle, boğazıma düğümlendi, dolandı. O sustu, ben
sustum. Eşim Ankara’daydı. Benim söylediğim cümleyi duyduktan sonra “Hemen
geliyorum.” deyip kapattı. Bense sadece şunu söyleyebilmiştim: “Ege Down
sendromlu.”
Ege’nin Annesi
Nur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder