2003'te çıktım evden üniversite macerasıyla. 2005'te İzmir'de iş denemem devam etti. Bir şey anlamadım. Şirket kapanıp yaz gelince bende Akçay'a dönüp güzel bir yaz tatili yaptım. Tatil bitince kariyer planları yapmaya başladım.
Öğrencilikte yalnız yaşamıştım ama bu sefer farklıydı. Param olacaktı, ailemi bağlı kalmayarak yaşayacaktım. Tam anlamıyla hayatta yalnız olacaktım. Ayyy ne güzel olacaktı.
Bakınca çok komik geliyor. Tam yeni mezun aklı. Yarım akıl!
Kariyer basamaklarını tırmanacaktım, hırsa yenilmeden yapacaktım hepsini.
HA HA HA! Ah yazık 22 yaşında bir garibin hayalleri!
Hayatımda ilk defa siyah pantolon giydim ve işe gittim. İşte o günden sonra yalnızlık ne kadar zor olduğunu, ailenin desteği olmadan hiç birşey yapamayacağını, kazandığın o paranın yetmediğini ve kredi kartlarının ne meret birşey olduğunu, ayın 24 günü kiraya çalışacağını, soğuk eve gelip, makarna yapmanın ne iğrenç olduğunu, ateşin çıkıp yanında ateşine bakacak birinin dahi olmamasının ne acı olduğunu, en kral arkadaşın bile gün gelince yanında olmayacağını anladım.
Yalnızlık o kadar başıma vurdu ki her haftasonu 1 günlüğüne dahi Akçay'a gitmeye başladım. Gidemiyorsan mutlaka Amcamlara gidiyordum. Evde oturup Lost izlemek eziyetti. Duvarlar üzerime çöküyordu. Hiç yataktan çıkmadan hastalıklı gibi pazarlar geçirdiğimi hatırlıyorum. F1 izleyip başımı döndürüyordum. Hazırladığın kahvaltı tepsinde öğle yemeğinide çıkartıyordum.
Kariyer basamaklarını çıkacağım iş, pazar 4 ten sonra strese sokmaya başlamıştı. Hangi randevu, müdürün toplantısı, nerede, kaçta çıkacağımı düşünmekten dinlenemiyordum. Pazartesi sendromu benim için pazar 4'te başlıyordu.
Sadece iş mi? Kişisel ilişkilerde sorun olmaya başlamıştı benim için. Gece 11, sizi evde bekleyen bir aileniz yoksa gerçekten korkunç olabiliyor. Gitmezseniz orada size biri birşey yapacakmış gibi geliyor. Aradığınızda hemen yanınıza gelecek birisi yoksa en geç 10 da evinizde olamaya bakın. Sonrası korku filmi gibi olur. Benden söylemesi.Öyle korkuyordum ki abimle yaşadığımı söylüyordum yeni tanıklarıma. (Bir süre yaşamışlığım var abimle)
Yalnızlık bu ya herkese güveniyorsunuz. Kendinizi avutup ne güvenilir bir insan diye sevindirik oluyorsun. Sonra bir bakmışsınız yalanlar yalanlar. Arkanızdan dönen dönme dolaplar. Dinledikçe başınız dönüyor. İçmeden sarhoş geziyorsunuz.
Hep filmlerdeki gibi geliyor yalnız evde olmak. Kız, düzenli eve giriyor, şarabını açıyor, kocaman koltuğuna kurulup televizyonu açıyor. Ama gerçekte öyle değil. Kız eve tuvaleti şıkışık bir şekilde geliyor. Eli kolu dolu. Market torbaları kolunu kesmiş. Tuvaletini yapıyor ama sifon çalışmıyor. Basıyor basıyor olmuyor. Kova kova su döküp tuvaleti temizliyor. Ev öyle dağınık ki mutfağı toplaması yemek yapması ve tirbüşonu bulması 1 saatini alıyor. Yemek dediyde o gün neli makarna istediyse o. Dün gece, bir önceki gece, ondan önceki yani her gece uyuduğu koltuğa oturup makarna yiyip, şarap içiyor.
Televizyonun hiç kapanmadığı bir ev düşünün, uyurken bile açık. İşte o evde yaşayan insan gerçekten yalnız. Benim televizyon bağımlılığım o günlerden kalma. Supernatural, lost, Cem Yılmazın ilk gösterilerinin cdleri, cdci amca, dvd, korsan cd. Amanda aman ne zevkli.
Yalnız olduğum pazarlar kimseyi yanımda bulamayınca kendimi Agora'ya atıyordum. Arka arkaya filmlere giriyordum. Ne film oldukları önemi yoktu seanslarının uygun olması yeterliydi benim için.
İşte böyle gençlik! Yalnız kalmak, ailenden uzak yaşamak o kadarda matah bir şey değil. Bir elektrik faturasını ödememen bir gece soğukta uyuman, hiç bitmeyen gribe yakalanmanıp 40 derece ateşinin çıkması ve o gıcık müdürün seni sokaklarda çalıştırması demek.
Kariyer basamaklarını çıkacağım iş, pazar 4 ten sonra strese sokmaya başlamıştı. Hangi randevu, müdürün toplantısı, nerede, kaçta çıkacağımı düşünmekten dinlenemiyordum. Pazartesi sendromu benim için pazar 4'te başlıyordu.
Sadece iş mi? Kişisel ilişkilerde sorun olmaya başlamıştı benim için. Gece 11, sizi evde bekleyen bir aileniz yoksa gerçekten korkunç olabiliyor. Gitmezseniz orada size biri birşey yapacakmış gibi geliyor. Aradığınızda hemen yanınıza gelecek birisi yoksa en geç 10 da evinizde olamaya bakın. Sonrası korku filmi gibi olur. Benden söylemesi.Öyle korkuyordum ki abimle yaşadığımı söylüyordum yeni tanıklarıma. (Bir süre yaşamışlığım var abimle)
Yalnızlık bu ya herkese güveniyorsunuz. Kendinizi avutup ne güvenilir bir insan diye sevindirik oluyorsun. Sonra bir bakmışsınız yalanlar yalanlar. Arkanızdan dönen dönme dolaplar. Dinledikçe başınız dönüyor. İçmeden sarhoş geziyorsunuz.
Hep filmlerdeki gibi geliyor yalnız evde olmak. Kız, düzenli eve giriyor, şarabını açıyor, kocaman koltuğuna kurulup televizyonu açıyor. Ama gerçekte öyle değil. Kız eve tuvaleti şıkışık bir şekilde geliyor. Eli kolu dolu. Market torbaları kolunu kesmiş. Tuvaletini yapıyor ama sifon çalışmıyor. Basıyor basıyor olmuyor. Kova kova su döküp tuvaleti temizliyor. Ev öyle dağınık ki mutfağı toplaması yemek yapması ve tirbüşonu bulması 1 saatini alıyor. Yemek dediyde o gün neli makarna istediyse o. Dün gece, bir önceki gece, ondan önceki yani her gece uyuduğu koltuğa oturup makarna yiyip, şarap içiyor.
Televizyonun hiç kapanmadığı bir ev düşünün, uyurken bile açık. İşte o evde yaşayan insan gerçekten yalnız. Benim televizyon bağımlılığım o günlerden kalma. Supernatural, lost, Cem Yılmazın ilk gösterilerinin cdleri, cdci amca, dvd, korsan cd. Amanda aman ne zevkli.
Yalnız olduğum pazarlar kimseyi yanımda bulamayınca kendimi Agora'ya atıyordum. Arka arkaya filmlere giriyordum. Ne film oldukları önemi yoktu seanslarının uygun olması yeterliydi benim için.
İşte böyle gençlik! Yalnız kalmak, ailenden uzak yaşamak o kadarda matah bir şey değil. Bir elektrik faturasını ödememen bir gece soğukta uyuman, hiç bitmeyen gribe yakalanmanıp 40 derece ateşinin çıkması ve o gıcık müdürün seni sokaklarda çalıştırması demek.
Şimdi bu kocaman aileyi yaratmamı sağladığı için o günlere çok teşekkür ediyorum. O bozuk sifonu tamir eden adamla evli olmamda ayrı bir mutluluk.
Açelya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder