Ticaret yapamam ben. Gelirmiş,
gidermiş, al gülüm ver gülümmüş; hiç bana göre değil. İnsan kaynakları ya da
pazarlama tarzı bire bir diyalog içeren işler de yapamam ben. Yapamamakla
beraber gıpta da ederim o işi yapanlara. Her zaman bir özgüven, her zaman
birilerini sözleriyle ikna edebilme kapasitesi hayranlık uyandırır bende. Ben
bunları yapamam ama siz bir kitleye, topluluğa hitap edip, onları kendinize
hayran bırakıp, her birinin hayatına silinmez izler bırakabilir misiniz? İşte
ben bunu yaparım!
Düşünün ki karsınızda 20-25 kişilik
bir topluluk var. Hepsi aç. Kimi sevgiye, kimi şefkate, kimi bilgiye, kimi
gülmeye, kimi ağlamaya, kimi hepsine…
Hepsinin gözü, kulağı, kalbi sizde. Ne yaparsınız böylesi bir durumda?
Ne kadar büyük bir sorumluluk…
Genç dimağlara, tertemiz ruhlara
hitap eden öğretmenler hayatı şekillendiren sanatkârlardır. Eğer farkındaysanız
bunun için işinizi çok daha çok seversiniz. Doğru yoldan ayrılmasınlar ya da
hayatları boyu istikrarla doğru yoldan gitsinler diye çabalar durursunuz. Onlar
teknik olarak öğrenci iken pratikte hepsi çocuğunuzdur. Herhangi bir durumda
empati kurmaya çalışırsınız: Yapma oğlum/kızım annen/ baban ne zorluklarla
okutuyor seni. Emeklerinin karşılığı senin başarıya ulaşmandır. Tekdüze öğütler
değildir aslında bunlar. Hayat dersidir. İleride bugünleri hatırlayıp hak
vereceklerdir, size.
Ocak 2008’den beri öğretmenim. Daha
yedi yıl oldu olacak ama ilk görev yerimde ardından bir sene kadar bir görünüp
bir kaybolduğum ikinci görev yerimde yaşadıklarım, edindiklerim,
biriktirdiklerim sonucunda yedi değil on yedi yıl çalışmış kadar oldum. 2008
yılı ocak ayına kadar İzmir dışına çıkmayan ben tam tamına 1800 km öteye
gittim. İlçe merkezine 40 km uzaklıkta bir köyde çalıştım, ilk görev yerimde.
Üç buçuk yıl boyunca aynı aileden en az üç çocuğun ayrı ayrı dönemlerde dersine
girdim. Zaman ilerledi, bize ayrılan görev süresinin sonuna geldik. Yeni görev
yerim İzmir’e daha yakındı. 1800 km’lik mesafe 1400 km.ye indi. Senelerce kuş uçmaz
kervan geçmez yerlerde yaşayınca ironi yapmak hayatın bir gereği oluyor ister
istemez. Bir eğitim-öğretim yılı çalıştım ikinci görev yerimde. Güzel anılar,
güzel dostluklar biriktirdim bu süre zarfında.
Yaşanan
her olay, iyi ya da kötü olsun, tecrübe hanenize bir puan ekletir. Orada burada
geçen dört buçuk yıldan sonra döndüm İzmir’ime. Kavuştum hasret kaldığım
memleketime. Geride bıraktığım yıllardan yanıma kar kalanlar bir bir kapımı
çalmaya başladı:
+++
Merhaba hocam nasılsınız?
----
J iyiyim sağ ol sen nasılsın?
+++
Ben de iyiyim hocam beni tanıdınız mı?
Hep
aynı soruyla karşılaşıyordum. Merak ediyordu öğrencilerim aklımda kalmışlar
mıydı acaba diye. İhtimal vermemekle beraber bir umut vardı cümlenin altında
yatan anlamda aslında. “ Hatırlamaz mıyım, tabii ki hatırlıyorum “ cevabını
alınca mutlulukları bana kadar ulaşıyor, hissediyorum yazılan mesajın her
kelimesinden. Hangi meslekte var bu kadar vefa, içtenlik, coşku, sevgi, saygı ?
Her
şeye, herkese, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen öğretmenlik en kutsal
meslektir. Anne-baba neyse evde, öğretmen odur okulda. Onun için eti
anne-babanın, kemiği öğretmenindir çocuğun. Onun için okul ikinci evimizdir.
Onun için çocukları gibi sever öğretmenler öğrencilerini.
Unutmayalım
ki : “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.
Öğretmenden, eğiticiden mahrum bur millet, henüz bir millet adını alma
yeteneğini kazanamamıştır.” M. K. ATATÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder