Bu hafta uzaklardan, limon ve mimoza ağaçlarının arasından,
deniz ve turunç kokusu eşliğinde, eşim ve benim gönlümüzün başkenti Antalya'dan
yazıyorum. Basın fotoğrafçılığı ile ilgili bir toplantı için Antalya'ya gelmem
gerekiyordu. Babaannesi ve dedesi burada yaşadığı için Ege'yi de yanıma almaya
karar verdim.
Son yazımda Down Sendromu Semineri’ne katılacağımı
söylemiştim. Kısaca ondan bahsedeyim. 5. Down Sendromu Semineri bizim için
gayet faydalı geçti. Bilgilerimizi tazeledik, pekiştirdik. Down sendromlu
gençlerin konuştuğu paneli hayranlıkla izledik. Tomurcuk Vakfı’nın ritim grubu
da kısa bir gösteri sergiledi, o da muazzamdı. Ertesi gün Anıtpark’ta yapılan
Down Sendromu Günü Kutlaması’na da katıldık. Down sendromlu çocuk ve gençlerimiz
Vosvoslarla Ankara turu attılar. Ege ve biz de arkadaşlarımızla bir araya gelme
fırsatı bulduk.
Geçen çarşamba sabahı ilk uçağa binmek üzere erkenden
havaalanındaydık. Uçakla ilk yolculuğumuz değildi. Ekim ayında ailece Viyana'ya
gitmiştik. Ama bu sefer Ege ile ikimiz ilk defa uçağa binecektik. Viyana
seyahatimizde hiç sıkıntı yaşamamamıza güvenerek birlikte gideriz diye
düşündüm. Uçaktaki dergiler ve yanımıza aldığımız yeni kitaplarımızla çok rahat
bir uçuş yaptık ve Antalya'ya vardık. Sonraki günlerde ben toplantıya katıldım,
oğlum babaannesi ve dedesiyle vakit geçirdi.
Söylediğim gibi Antalya bizim gönlümüzün başkenti. Eşimle
burada tanıştık, düğünümüz burada oldu. Evliliğimizin ilk 4 ayı Antalya’da
yaşadık. Sonra benim işim nedeniyle Ankara’ya taşınmak zorunda kaldık.
Antalya’dan sonra Ankara’ya alışmadık, alışamadık. Pek niyetimiz de yok ama
hayat şartları yüzünden şimdilik evimiz Başkentte, gönlümüz ise hep kendi
başkentimizde.
Burada geçirdiğimiz bir hafta boyunca bir yandan çalışıp bir
yandan da Ege ile vakit geçirme fırsatı buldum. Hayat akıp giderken bile
doyamadığım, özlediğim oğlumla hasret giderdik. En güzeli de bol yeşil, biraz da
güneş yüzü görmemiz oldu. Eşimin dayısının orman içinde, hayatın telaşından
uzakta, güzel bir bahçesi var. Ege, annesi çalışırken babaannesi ve dedesiyle,
annesinin işi bitince de onunla bahçede vakit geçirdi. Tavuklar, oğlaklar,
köpekler, limon ağaçları… Kentte yaşarken bulamadığımız bir nimet bizim için o
bahçe. Şehrin keşmekeşinde hem bizim uzak kaldığımız hem de çocuklarımızın
göremediği bir hayat var orda. Biz o hayatı özlediğimiz için, oğlumuz da
hayatın en doğal halini öğrensin diye koşa koşa gidiyoruz doğaya.
Ege artık elinden tutunca yürümek istiyor. Bu isteğini de
bahçenin en kuytu köşelerine yürüyerek bize gösterdi. İlla ki onun istediği
yere gidilecek, orası olur mu olmaz mı düşünmek yok tabiî ki… Ama şikayet
etmiyorum, Ege’ye de kendime de sözüm var. Yürüsün onlar dünyayı gezerim
yürüyerek. El ele bahçeyi bir aşağı bir yukarı turlayıp durduk. Tavukların
peşinden koştuk, oğlakları kovaladık…
Son gecemizde de arkadaşlarımız ve kızları Nehir bizi
ziyarete geldi. Ege, Nehir’i gördüğüne çok sevindi. Her Antalya ziyaretimizde
mutlaka buluşuyoruz ve Ege ile Nehir’i de buluşturuyoruz. Ama Ege, bu sefer
Nehir’i çok özlemiş herhalde, arkadaşını gördüğüne çok sevindi. İyi ki
geldiler!
Bu bir haftalık Antalya seyahati, her zamanki gibi çok güzel
geçti. Tek bir sıkıntımız oldu. Babasızlık… Ege, babasından hiç bu kadar uzun
süre ayrı kalmamıştı. Sürekli babasını sayıkladı. Telefonla konuştuğunda çok
sevindi. Neyse ki bu akşam evimize dönüyoruz. Baba-oğul kavuşacaklar, hasret
bitecek.
Katıldığım toplantıda fotoğraflarla anlatılan çok güzel hikâyeler
dinledim. Çok da etkilendim. Hepimizin objektifine takılan bir sürü kare var
hayatın içinde. Bazen tek bir kare, koskocaman bir öyküyü barındırıyor içinde. Gördüğüm
fotoğraf hikâyelerinden etkilenerek ben de bu hafta yaptıklarımızı
fotoğraflarla paylaşmak istedim sizinle. Gönlümüzün başkentinden sevgilerle…
Ege’nin Annesi
Nur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder