“Biliyorum ki
bir gün bana koşa koşa gelecek, bacaklarıma sarılıp başını kaldıracak ve o
dünyamı aydınlatan gülüşüyle ‘Anne’ diyecek ama o güne kadar çalışmaya ve
sabretmeye devam!”
Bu cümleyle sona ermişti Ocak ayındaki yazılarımdan biri. Şimdi
yazla beraber ben de bu cümlenin kıyılarına varmış durumdayım.
Anne olmakla olgunlaşmanın bir üst seviyesine erişileceğine
inandırmışım kendimi. Anne olunca anladım ki insan çocukluğuna aslında geri
dönüyormuş. Her anne, bebeğiyle hayatı yeniden yaşamaya başlıyor sanki. Her
şeyi sıfırdan öğreniyor. Ege doğduğundan beri öğrendiğim bir sürü şeye şimdi
hasretle beklediğim yürümeyi katıyorum ben. Onun attığı her adımla ben sanki
yürümeyi yeniden öğreniyorum!
İki yaş, Ege için bir dönüm noktası oldu diyebilirim. Her
anlamda çok değişti ve çok gelişti. En büyük gelişme gösterdiği alanlardan biri
konuşması oldu. Artık iki kelimelik küçük küçük cümleler kuruyor. Söylediği her
kelimeyle de beni benden alıyor. Diş sayısı bir anda artış gösterdi. Bu da
yediği şeylerin tür ve yapısını epey çeşitlendirdi. En önemli hususlardan biri
olan pipet kullanmayı da öğrendi. Pipet kullanımı, Down sendromlu çocukların
ağız kaslarının çalışması açısından çok önemli. Bu, yemeden tutun da ileride
konuşma ve telaffuzlarına kadar pek çok şeyi etkiliyor. (Buraya kadar
saydıklarıma bir ‘Maşallah!’ alayım lütfen.)
Tüm bunlar kadar önemli olan ancak hepsinden daha büyük bir
hasretle beklediğim şey yürümesiydi. Şükürler olsun o noktaya da yavaş yavaş
geliyoruz. Artık bir oda boyunca düşmeden yürüyebiliyor Ege. Hâlâ dengesi
olması gerektiği gibi değil ama elbet onu da başaracak. İşaret dilinde “yürüme”
işaretini de öğrendi. Yürümek istediği zaman gelip elimi tutuyor, “Anne yürü”
diyor ve işaretini yapıyor. Ben mi? Ben, ikiletmemeye çalışarak oğlumun elinden
tutup onunla istediği her yere gitmeye çabalıyorum. Dedim ya ben de onunla
yürümeyi yeniden öğreniyorum. Kendime de Ege’ye de olan sözümü tutuyorum,
istediği her yere yürüyorum onunla. Çünkü bir yürüsün nereye isterse gideceğim
diye söz vermiştim. Ege’nin gitmek istediği yerler arasında akıl almadık
köşeler ve nesneler de yok değil tabii ama tıpış tıpış gidip onun pis ya da tehlikeli
olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Her anne için bebeğinin ilk adımları çok kıymetlidir
tartışmasız! Pozitif ayrımcılık yaparak özel gereksinimli çocukların anneleri
için bunun biraz daha kıymetli olduğunu söylemek zorundayım. Sizinle birlikte
doğum yapan arkadaşlarınızın çocukları bir yaş civarında yürümeye başlıyor.
Hepsinin ilk adımlarına şahit oluyorsunuz. Onlarla birlikte seviniyorsunuz. O
arada sizin çocuğunuz daha sürünme aşamasında. Dışarıda karşılaştığınız
yabancılar çocuğunuzu severken ‘Ne kadarlık?’ diye soruyor. Bir yaşını geçmişse
eğer ardından gelen ilk soru ‘Yürüyor mu?’ oluyor. Buruk bir şekilde ‘Yürümüyor
daha’ diyorsunuz. Aradan bir sene daha geçiyor. Sizden sonra doğum yapan
arkadaşlarınızın çocukları bir yaşına geliyor. Onlar da yürümeye başlıyor.
Onlarla birlikte de seviniyorsunuz. O arada sizin çocuğunuz sıralamaya başlamış
oluyor yavaş yavaş. Karşılaştığınız insanlar yaşından sonra yine ‘Yürüyor mu?’
diye soruyor. Yine buruk bir şekilde ‘Yürümüyor daha’ diyorsunuz.
Bu arada sizin çocuğunuz iki yaşına yaklaşmış oluyor.
Literatüre baktığınızda Down sendromlu çocuklar için ortalama yürüme yaşı iki
deniyor. Bir heves iki yaşını doldursun diye bekliyorsunuz. İkinci doğum
gününde yürür belki diye hayaller kuruyorsunuz. İkinci yaş günü geliyor,
çocuğunuz hâlâ yürümüyor. İçiniz bir buruluyor tabii. Yanında bir parça da
hayal kırıklığı oluyor. Kafanızda hedef olarak belirlediğiniz iki yaş eşiği
geçilmiş ama çocuğunuz yürümüyor. Ben acaba bir şeyleri yanlış mı yapıyorum
diye sorgulamaya başlıyorsunuz. Yanınızdan badi badi yürüyerek geçen daha küçük
çocuklara imrenerek bakıyorsunuz. Hiçbir çocuğu bir diğeriyle kıyaslamak doğru
değil. Bunu öğreneli çok oldu. Ama insan dediğin de ruh hâlini standart
kurallara göre belirleyemiyor. Sanmıyorum ki Down sendromlu çocuğu iki yaşına
gelmiş hiçbir annenin normal gelişim gösteren yaşıtının ya da daha küçük bir
başka çocuğun yürüdüğünü görünce içi cız etmesin.
İşte bu ve benzeri birçok nedenden çocuklarımızın yürümesi
bizim için çok daha kıymetli. Daha uzun süre hasretle beklediğimiz, bir adım
için gözünün içine baktığımız bir şey yürümek. Down sendromlu çocukların hepsi,
başka bir sağlık problemleri yoksa er ya da geç yürüyor. Buna şüphe yok. Bizler
anne-baba olarak sabırsız mıyız? Evet, sabırsızız, elde değil. Ege, 26 aylıkken
adımlamaya başladı. Tam olarak yürüdüğünü hâlâ söylemiyorum. Çünkü birkaç adım
sonra dengesini kaybedip poposunun üzerine pat diye oturuyor. Adımlarının
sayısını her gün artırarak ve dengesini daha iyi bularak bizi mutlu ediyor. Koltuklar
arasında bol bol gidip geliyor keyfince. Ben de oturup hayranlıkla izliyorum
bir başarısını daha.
Bunun için yaklaşık iki senedir Ege’ye destek olan
fizyoterapistimiz Pınar Hanım’a da teşekkür borçluyuz. Ege’nin tüm tez
canlılığına rağmen onunla çalışmak için harcadığı çabaya minnettarız.
Tabii çocuğunuz yavaş yavaş yürümeye başlayınca çizginin
diğer tarafına geçiyorsunuz. Özel eğitime gittiğimizde tanıdığımız diğer aileler
Ege’yi görüyorlar. “Aaa Ege yürümeye başlamış.” diyorlar. O cümlenin ne anlama
geldiğini en iyi bilenlerdenimdir herhalde. Fizyoterapi seanslarımızın
çakıştığı, Ege ile yaşıt başka bir Down sendromlu kız vardı. Ege daha adım
atmazken o çok güzel ayakta duruyor ve yavaş yavaş adımlıyordu. Ben de onu
hayran hayran seyrediyordum. Hem hoşuma gidiyordu yürüyor olması hem de biraz içim
buruluyordu tabii. “Ege de yürüse böyle” diye geçiriyordum içimden. O yüzden
“Ege yürümeye başlamış” diyen ailelerin içinden de bunu geçirdiğini biliyorum.
Onların hissiyatını bildiğim için çizginin artık diğer tarafına geçmekte olan
ben, mahcup oluyorum bunu duyunca. İçim bir hoş oluyor, ne desem bilemiyorum,
ezilip büzülüyorum kendi içimde. Hepsinin evlatları için dua etmekten başka bir
şey gelmiyor elimden. Şimdi bunları yazarken de onlara haksızlık etmekten çok
korkuyorum. Yürümesi çok daha güç olan ya da belki mümkün olmayan çocukların
ailelerinin yanımda bizim yaşadığımız bu endişe ve bekleyiş devede kulak bile
kalmaz. Ama bizim için de kaçınılmaz olan bir duygu durumu bu.
Ege ile el ele yürüdüğümüz bir resmin altına şöyle
yazmıştım: “Şöyle el ele yürümek var ya
bunu anlatabilecek kelime, cümle yok. Yan yana gelen tüm sözcükler kifayetsiz
bu karenin yanında. Sen elimi tutup yürürken attığın her adımda ben dünyanın en
gururlu annesiyim, başım tüm annelerden dik sanki... Sayende Ege'm! Seni çok seviyorum
ve her şeyinle, her halinle gurur duyuyorum.”
İşte şimdi bu cümlenin kıyılarına ulaşmanın verdiği hissi
ancak böyle anlatabiliyorum. Sürçülisan ettiysem affola…
Ege’nin Annesi
Nur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder