Bugünlerde hayat, yetişebildiğimden hızlı akıyor. Üstelik
yakalayabilmek için özel bir çaba sarf etmek nedense gelmiyor içimden. Mevsim
geçişi depresyonu yaşıyorum galiba. Mart ayı ne zaman geldi, ne zaman ortaladık
anlamadım bile. Mart’ın beraberinde getirdiği tüm miskinliğe rağmen bu haftayı
atlayamazdım. Bu hafta, bizim için yılın en önemli günlerinden biri yaklaşıyor.
Ona gelmeden önce geçtiğimiz üç haftanın hızlı akışından birkaç güzel
enstantane paylaşmak istiyorum.
Geçen pazartesi günü, Ankara Üniversitesi Gelişimsel
Pediatri Bölümü’nde Ege’nin kontrolü vardı. Çok sevdiğimiz doktorumuz Doğa
Hanım, Ege’yi çok iyi buldu. Bir senede öğrendiği her meziyeti sergileyerek
beni de doktorunu da çok mutlu etti. Salı günü ise dil ve konuşma terapisi
değerlendirmesi vardı. Kendisiyle ilk kez karşılaşmasına rağmen Ege, dil
terapisti ile yapılan 45 dakikalık değerlendirmede konuşma konusundaki tüm
çenesi düşüklüğünü de gösterdi. Değerlendirmenin en güzel kısmı, terapistin “Down
sendromlu olduğunu bilmesem normal bir konuşma gecikmesi şeklinde değerlendirirdim.”
demesi oldu. Bu da bizi çok mutlu etti. İşaret dili kullanımımızı da
destekledi. Bu da işaret diline devam etme motivasyonu verdi bize. Son olarak
da bu hafta sonu, Ege için Glenn Doman’ın önerdiği okuma programının
materyallerini hazırlamaya başladım. Bu programın detaylarından ayrı bir yazı
da bahsedebilirim belki. Zira Doman, bunun üzerine başlı başına bir kitap
yazmış, birkaç satıra sığdırmam pek mümkün değil. Uzun zamandır planladığım bir
şeydi, nihayet uygulamaya geçirebildim.
Gelelim bu haftanın özelliğine. Bu hafta sonu, bizim için yıl
içerisindeki evlilik yıldönümü, doğum günleri gibi önemli tarihlerden birini
barındırıyor içinde: 21 Mart Dünya Down Sendromu Günü. Fransız Trizomi 21
Araştırmaları Derneği’nin 2005’te bu tarihi seçmeye karar vermiş olmasına
rağmen Birleşmiş Milletler tarafından 2011 yılında 21 Mart tarihi resmî olarak
kabul görmüştür. Bu yıl, Dünya Down Sendromu Günü’nün Fransızlara göre 10., Birleşmiş
Milletlere göre 4. yıldönümü kutlanacak. 21 Mart özel olarak seçilmiş bir
tarih. Down sendromu, 21. kromozomdan üç kopya bulunması olarak
tanımlandığından “21.3” bunu temsil etmek üzere seçilmiş. Her yıl, dünya
çapında yapılan farklı etkinlikler, seçilen farklı temalar var. Down Syndrome
International’ın bu yıl için seçtiği tema, “Benim Fırsatlarım, Benim
Seçimlerim”.
Ülkemizde bu yılın etkinliklerine bakacak olursak 21 Mart
Cumartesi günü 5. Down Sendromu Semineri, bu yıl Ankara’da Nazım Hikmet Kongre
ve Sanat Merkezi’nde yapılacak. Down sendromunda fizyoterapi, eğitim hakkı ve
özel eğitim, nitelikli ebeveyn-çocuk etkileşimi, kariyer ve bağımsızlık gibi
konular ele alınacak. Bununla beraber, “Down Sendromlu Gençler Kendilerini
Anlatıyor” başlıklı panelde gençleri dinleyeceğiz. 22 Mart Pazar günü ise
İstanbul Hilton Bomonti Hotel’de Dünya Down Sendromu Günü Kutlama Partisi
düzenleniyor. Aynı zamanda 22 Mart Pazar günü, saat 13:00’te Ankara’da
Anıtpark’ta buluşup Dünya Down Sendromu gününü birlikte kutlayacağız. Cumartesi
günkü semineri dört gözle bekliyorum. Seminerden kareler ve notlarımı
önümüzdeki hafta yazarım.
Geçen yıl, Down Sendromu Derneği’nin düzenlediği “Bizi
Havalara Uçurun” etkinliğine katılmıştık eşimle. Karaköy iskelesinden bize
ayrılan bir vapurla Boğaz turu yaptık. Boğaz’ın çeşitli noktalarında
balonlarımızı havalara uçurduk. O vapurda bir sürü arkadaş edindik. Her yaştan
Down sendromlu bireyleri gördük ve içimiz umutla doldu. Tanıştığımız en özel
kişilerden biri Hilal’di. Hilal, 18 yaşında Down sendromlu bir genç kız.
Tesadüf bu ya vapurda onun yanına oturduk biz. Hilal, kendisini çok güzel ifade
eden, sohbeti de kendi kadar güzel bir kız. Liseye gidiyor. Aynı zamanda sinema
dünyasına da adım atmış. Özcan Deniz’in “Ya Sonra” isimli filminin 10. dakikası
civarlarında kendisiyle karşılıklı bir sahneleri var. Hâlen bayramlarda,
kandillerde, anneler-babalar günlerinde bizi arar. Hâlimizi hatırımızı sorar,
bizimle sohbet eder. O kadar da vefalı!
Üşenmeyip Ankara’dan İstanbul’a kadar sırf bu etkinlik için
gittiğimize o kadar değdi ki! Bizimle aynı yollardan geçen insanları tanıma
fırsatı yakaladığımız, “İleride nasıl olur?” sorusuna çok olumlu yanıtlar
bulduğumuz bir gündü o gün. O güzel günün bir özetini videodan izleyebilirsiniz TIK TIK
Geçen yıl yapılan eğlenceli kampanyalardan biri de farklı
çoraplar kampanyasıydı. Kromozom testlerinde kromozomlar farklı yönlere bakan
çoraplar gibi görünürler. Farkındalık yaratmak adına, ayaklarımıza farklı renk
ve desenlerde çizgili çoraplar giymiş, bunların resimlerini paylaşmıştık. Bu
yıl tekrarlanacak mı bilmiyorum ama en kolay ve en eğlenceli destek
biçimlerinden biri de buydu.
Tüm bu farkındalık çabalarıyla aslında tek istediğimiz
toplumda dışlanmadan kabul görmek. Bizim-sizin çocuklarınız ayrımı olmadan
birlikte oynamalarına, aynı sınıflarda okumalarına, büyümelerine imkân vermek.
Biz çok şanslıyız ki Ege ile geçirdiğimiz bu iki yılda hiçbir dışlanma görmedik
etrafımızdan. Fırsat bulabildikçe görüştüğümüz arkadaşlarımızın hiçbiri ne
kendilerini ne de çocuklarını uzaklaştırmadı bizden. Öyle ki eşimin Ege ile
yaşıt çocukları olan iş arkadaşlarının aileleriyle oluşturduğumuz çok şeker bir
grubumuz var. İki haftada bir toplanıyoruz. Yaşları gereği henüz birlikte
oynamanın tadına varamamış olsalar bile biz “Oyun Grubu” diyoruz onlara. Belki
bugüne kadar kendilerine özel olarak hiç söylememiş olsam bile o grup ve
oğlumun güzel arkadaşları Adil, Çınar ve İrfan benim için çok kıymetli. Çünkü
biliyorum ki Ege’min böyle güzel arkadaşları ve onları yetiştiren böyle
bilinçli ve kocaman yürekli anneleri oldukça ne benim ne de oğlumun sırtı yere
gelmez. İyi ki varsınız!
Bununla beraber, farkındalık adına en güzel adımlardan
birini atmanın yolunu açan, Down
sendromunu benim gözümden anlatmama imkân tanıyan Süt Anne Blog’unun sahibi
Açelya’ya da ne kadar teşekkür etsem azdır. Hep anlatmak ve paylaşmak istediğim
onca şeyi anlatmama, hayalimi gerçekleştirmeme yardım etti. Naçizane
karaladığım bu cümleler benim için çok önemli. O yüzden sevgili Açelya, hakkını
ödemem mümkün değil!
Bunca güzel, bilinçli insana rağmen ne yazık ki bir cennet
bahçesinde yaşamıyoruz. Hastanede karşılaştığım, hiç tanımadığım hâlde Ege’nin
Down sendromlu olduğunu fark edince bana acıyarak “Allah yardımcınız
olsun.” diyen o kadını hiç unutmuyorum! Kalbi delik olarak dünyaya gelen Down
sendromlu bebeğini ameliyat ettirmeyelim, ölsün diyen babayı hiç unutmuyorum! Daha
unutmayacağım başka neler yaşayacağım bilmiyorum ama bu olasılık ne yazık ki
var ve bunu bilmek bile kötü. Yine de biliyorum ki başkalarına kabul ettirmek
için önce bizim, ailelerin bunu kabul etmesi gerek. O yüzden her şey
anne-babadan, aileden başlıyor. Çocuklarımızın toplumdaki yerini biraz da biz
belirliyoruz.
Dünyaya gelen her insanın, alacak nefesi olduğu için
geldiğine inanıyorum ben. Kimileri için bu nefesi almak çok kolayken kimileri
için daha zor oluyor. Bazıları için nefes alması bile zorken, önyargılarımızla onlar
için hayatı daha da zorlaştırmamak gerek diye düşünüyorum. Çocuğumu büyütürken daha
çok eğildiğim hususlar olsa bile her anne gibi ben de “çocuk” büyütüyorum.
Gerisi teferruata giriyor. Benim oğlum da emekliyor, kendi bebek dilinde
konuşuyor, oyuncaklarıyla oynuyor, kendi hızında büyüyüp gidiyor şükürler
olsun. Diğer çocuklardan tek farkı kromozom sayısı. İşte 21 Mart’ta bunu
anlatmaya çalışıyoruz biz. Sarı saçın, mavi gözün nasıl lafı olmuyorsa fazladan
bir kromozomun da lafı olmaması gerek! Bu yüzden en sevdiğim sözlerden biri:
“Gerçek dostlar
kromozom saymaz!”
Kromozom saymadan yanımızda olan tüm gerçek dostlarımıza
teşekkür ediyorum ve soruyorum:
Siz gerçek dost
musunuz?
Ege’nin Annesi
Nur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder