36. haftaya geldiğimizde Ege ile benim için NST zamanı
gelmişti. Bu arada yeğenim dünyaya gelmişti. 2012 Kasım’ında ben önce “anne
yarısı” oldum. Bir insan evladını kendi çocuğunmuş gibi sevmek, kokusuna, tek
bir gülüşüne âşık olmak neymiş onla öğrendim.
Eşim Ankara’da olduğu için ilk NST’ye annemle birlikte girdim. Sorun yoktu, henüz doğum sancıları başlamamıştı. Biraz da bunun verdiği rahatlıkla sanırım daha hastane çantamı hazırlamamıştım. Bir sonraki kontrolümüzü eşim de yanımda olsun diye cumartesi gününe aldım. Evden de olsa hâlâ çalışmakta olan ben o cumartesi günü çalışmak zorunda kalacağımı düşünmemiştim hiç. Bütün günüm bilgisayar başında bitirmem gereken işi göndermelerini bekleyerek geçti. Öğleden sonra 4’te nihayet göndermişlerdi ama artık benim için çok geçti çünkü 16.30’da randevumuz vardı. Eşimle ben doktora giderken ailemizin diğer fertleri o akşam kardeşimin evinde toplanacağımız akşam yemeğini organize etmeye gittiler. Bizi oğlumuzla baş başa bıraktılar.
Eşim Ankara’da olduğu için ilk NST’ye annemle birlikte girdim. Sorun yoktu, henüz doğum sancıları başlamamıştı. Biraz da bunun verdiği rahatlıkla sanırım daha hastane çantamı hazırlamamıştım. Bir sonraki kontrolümüzü eşim de yanımda olsun diye cumartesi gününe aldım. Evden de olsa hâlâ çalışmakta olan ben o cumartesi günü çalışmak zorunda kalacağımı düşünmemiştim hiç. Bütün günüm bilgisayar başında bitirmem gereken işi göndermelerini bekleyerek geçti. Öğleden sonra 4’te nihayet göndermişlerdi ama artık benim için çok geçti çünkü 16.30’da randevumuz vardı. Eşimle ben doktora giderken ailemizin diğer fertleri o akşam kardeşimin evinde toplanacağımız akşam yemeğini organize etmeye gittiler. Bizi oğlumuzla baş başa bıraktılar.
Doktorun odasının olduğu koridora girdiğimizde ikimiz de
şaşırdık. Hınca hınç dolu olan koridor boştu, birkaç kişi kapının önünde sıra
bekliyordu. Bazen saatlerce beklediğimiz randevudan bu kez daha hızlı çıkıp
yemeğe erkenden gidebileceğimize sevinmiştik. Hâlbuki o gün daha az hasta olmasının
bizim için yemeğe yetişmekten bambaşka bir avantaj sağlayacağını nereden
bilebilirdik ki… Önce NST’ye girdim. NST esnasında cihaz iki kez uyarı verdi.
İki kez hemşireyi çağırdım, tekrar ayar yaptı. O hafta eskisine nazaran daha az
hareket ettiğini hissettiğim oğlumun NST esnasındaki hareketleri cihazın böyle uyarı
vermesine sebep oluyor sanıyordum. Üçüncü kez ötmeye başladığında NST cihazı
hemşire tekrar geldi. Bu kadar yeter, doktora gösterelim, dedi. Eşimle doktorun
odasına gittik, biz gidene kadar NST sonucu çoktan varmıştı odaya. Doktor da
incelemişti. “Bu NST pek güzel değil, bir de ultrasonla bakalım.” dedi. Zaten
pimpirikli olan ben “Bu NST güzel değil” den sonrasını çok da net
hatırlamıyorum. Ultrasonla baktı, 2,5 kilo olmuş dedi. "NST güzel değil, ya suyu
azalmıştır, ya kordona dolanmıştır, ben bu bebeği alırım", dedi. Doğumuma daha 3
hafta olduğunu düşünen ben, kendimi bir panik dalgası içinde buldum. “Bebeğin
bir şeyi yok değil mi? 2,5 kilo çok az değil mi? Küveze girer mi? Hemen mi
doğuma gireceğim? Yarın olmaz mı? Bari bu akşam hazırlık yapsaydım, eşyalarımız
hazır değil.” Panikten bildiğim tüm bahaneleri sunmuştum doktora hiçbirini
kabul etmedi. En son kozumu “Benim psikolojim hazır değil!”den yana kullandım
ama o da işe yaramadı. Çocuk senin psikolojini beklemez, dedi. En azından eve
gidip geleyim eşya getireyim, dedim. Ona da izin vermedi, karnında bebeğe bir
şey olursa ne yapacağız, hiçbir yere gönderemem seni, dedi. Sorularım,
bahanelerim ve paniğimle doktoru çileden çıkardıktan sonra “Doğumhaneye git,
orada tekrar NST’ye bağlasınlar, sonra bakarız” deyip beni sepetledi.
Doğumhanenin kapısında eşimle ayrıldık. Ben ikinci NST’ye girerken eşim tekrar
doktorun yanına çıkıp konuşmuş. Nur’a söyleyemediğiniz bir sıkıntı mı var diye
sormuş. O da bebeğin hemen alınması gerektiğini ve benim yatış işlemlerimi
yapmasını söylemiş.
İkinci NST’yi beklerken iş yerinden işle ilgili bir şeyler
sormak için aradılar. “Şu an doğumhanedeyim, rapor falan gönderemem” diyen bir
benle karşı karşıya kaldılar. İkinci NST’nin sonucuna bakmak için doğumhaneye
gelen doktorum ameliyat kıyafetlerini giymişti bile, ama ben bunun farkına geriye
dönüp düşündüğümde varacaktım. “Tamam, hemen doğuma alıyoruz.” dedi doktorum ve
gitti. O cümleden sonra sezaryen hazırlıkları başladı. Kendi kafamda normal
doğum yapmayı hayal eden ben, oğlumun sabırsızlığı sonucunda sezaryene
giriyordum. Beni doğumhaneye götürmek için tekerlekli sandalyeyle gelen
hemşireye “Ne gerek var canım, yürürüm ben.” diye çıkıştım. İyiydim ben, sancım
falan yoktu, yürüyerek gidebilirdim. Olmaz, dedi, prosedür böyle. Eşimi
doğumhane kısmına almadıkları için o kapıdan geçtikten sonra bir daha hiç
görmemiştim onu. Telefonla kurduğumuz irtibat da eşyalarımın benden alınmasıyla
sona ermişti. “Girmeden eşimi görmek istiyorum, doğumhanenin kapısında
bekliyordu.” dedim. “Tamam” dedi hemşire “zaten o kapıdan çıkıp geçeceğiz,
giderken görürsünüz.” Tekerlekli sandalyeyle çıktığım doğumhane kapısının
dışında eşimi göremedim, bir koridor boyu gittik, orada da yoktu. Başka bir koridora
girdik, orada da yoktu. Koridorlar beni ameliyathanenin kapısına eşimi
göremeden getirmişti. “Ama eşimi göremedim” diye isyan eden beni ameliyathaneye
aldılar.
Ameliyathane masasına oturup ayaklarımı sarkıtmamı sırtımı
kambur yapmamı söyledi anestezi uzmanı. Dediklerini yaptım, belimden yapılan
spinal anestezi iğnesinden sonra “Şimdi bacaklarınızı uzatabilirsiniz.” dedi.
Birini kaldırıp masanın üzerine koydum, ikinciyi hareket ettiremedim, yardım
ettiler. Hayatımda hiçbir iğnenin bu kadar hızlı etki ettiğini görmemiştim.
Ameliyat masasının sağ tarafında saati görmüştüm 19.05. Doktorum geldi ve
doğumu başlattı. Birkaç dakika sonra doktor ve asistanı “Sen nasıl doladın
kendini böyle?” sorusunu Ege’ye yönelttiler. Ege ise ağlayarak kendilerine
yanıt verdi. Akşam ailece yemeğe gitmeyi planladığımız 16 Şubat 2013 Cumartesi
akşamı 19.16’da dünyaya merhaba demişti. Ben “anne yarısı” olmaktan “anneliğe”
terfi etmiştim sayesinde. Yaramaz oğlum, belinden kordonunu iki kat dolamıştı.
Belden aşağısının mor olduğunu hastane fotoğrafçısının resimlerini görünce
anlayacaktım. Ege’yi kordonundan kurtardıktan sonra bana gösterdi doktor. İlk
karşılaşmamızda ağzımdan çıkan ilk cümle: “Çok küçük!” oldu. 2600 gr ve 47 cm
boyuyla gözüme çok küçük gelmişti.
Doğum yapınca paniği dinmeyen ben, “İyi değil mi, bir şeyi
yok?” diye soruyordum. Sonuçta apar topar doğuma girmiştik, ne beklemem
gerektiğini bilmiyordum. Ben bu soruyu birkaç kez tekrarlayınca doktor oğlumun
bakımını yapan hemşireye seslendi “İyi değil mi, bir şeyi yok?”. “İyi.” dedi
hemşire “ben bir doktora gösterip geleyim.” Oğlumu alıp götürdü. O güne kadar
aynı vücutta, doğumdan sonra da aynı odadaki birlikteliğimiz Ege’nin doktor
kontrolüne gitmesiyle sona ermişti. İlk ayrılığımızı yaşıyorduk, bu duyguyu hiç
sevmemiştim. Doğum boyunca tansiyonumu ölçüp bipleyen cihazın sesini hiç
duymama rağmen Ege’den ayrılınca o ses beni çok rahatsız etti. Cihazın sesini
kısmalarını istedim, beynimde çınlamaya başlamıştı. Hemşire, “biraz sakinleşin,
gözlerinizi kapatıp dinlenmeye çalışın, çok streslisiniz.” dedi. “Oğlumu alıp götürdünüz, nasıl stresli
olmam!” diyemedim, kalkıp gidemeyeceğimi düşünerek gözlerimi usulca kapadım.
Neyse ki kısa bir süre sonra Ege geri gelmişti. Vücut bakımları yapıldı.
“Kıyafetleri yok.” dediğim hemşireler, ev halkının kıyafetlerini getirdiğini
söylediler. Oğlumun bezi olmadığını da eniştesi akıl etmiş, gidip almış. Rahatladım.
Ardından odaya çıkarmak üzere sedyeye alındım. Ameliyathane kapısından geçip
asansörün önüne geldik. “Aileniz, bu kapının arkasında sizi bekliyor.” dedi
hasta bakıcı. “Öyle mi? Eşimi görememiştim doğuma girerken de burada mı ki?”
dedim. Sağ olsun dışarı çıkıp eşime seslendi. Yanıma geldi, ona da oğlumuzun
çok küçük olduğunu söyledim. Başka ne konuştuk hiç hatırlamıyorum. O da hatırlamıyor.
Ben doğumdayken yaptıklarının da büyük bir kısmını pek hatırladığı söylenemez.
Odaya gittiğimizde en büyük problemim Ege’nin küveze girip
girmeyeceğiydi. Küveze girmediğini birazdan getireceklerini söylediler. Benden
biraz sonra Ege paşa odaya teşrif ettiler. O güne kadar etrafımda dönen herkes
Ege’nin başındaydı. Hamileliğin beraberinde getirdiği saltanat, anneden oğula
geçmişti.
Sütüm gelmişti, artık oğlumu emzirme zamanıydı! Ama emzirme
girişimlerim çok başarılı olmadı. Ege emme işinde biraz tembeldi. Mama vermek
istemedim. Göğüs kalkanı kullanmaya başladım. Göğüs kalkanıyla emmeye başladı.
2 günün sonunda hastaneden çıkıp annemin evine geldik. 4. gün Ege’nin rengi
sararmaya başlayınca bize tekrar hastane yolu gözüktü. Bunun uzun sürecek bir
hastane macerasının başlangıcı olacağını bilmiyorduk. Sarılık için aldığımız
çocuk doktoru randevumuz bize hayatın en büyük sürprizlerinden birini
hazırlıyordu.
Ege’nin Annesi
Nur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder