24 Şubat 2017 Cuma

Engelli Çocuk Doğurmak/Doğurmamak – 2

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada üyesi olduğum bir grupta engelli çocuk doğurmak/doğurmamak konusunu irdeleyen bir gönderi paylaşıldı. Kız çocuğu makbul değil diye doğurmayan toplumları düşününce engelli bebeği de makbul değil diye aldırmak arasında ne fark var, engel düzeyleri ya da çeşitleri bu noktada bir fark yaratır mı, engelli çocuk acı çekiyor mu, bazılarını gerçekten doğurmamak mı lazım, engelli çocukların kardeşleri için durum nasıl? Şuraya da gidiyor bu konu: Engelli bebeği olmasını istemeyen bir aile, yaşam içinde karşılaşacağı engelli bir bireyi kendisine nasıl denk görecek? Herkesin kendi kararı deniyor mesela. Nedir bu "kendi kararı"ların sınırı? Bu ve benzeri birçok soruyu etraflıca ele almaya çalıştığımız bir platform oluşuverdi birden. Ben de tabii ki kendimi tutamayıp yazdıkça yazdım. Sosyal medya üzerinden yazdığım yorumlar epey uzadı. Ben de derleyip bir yazı haline dönüştüreyim istedim. Vaktimin de kısıtlı olmasından ötürü sosyal medyada hızlı hızlı yazdığım için bazı terimleri doğru ve yerinde kullanamamış olabilirim. Elimden geldiğince toparlamaya çalıştım. Hepsi yalnızca bana ait görüşlerdir.  Sürç-i lisan ettiysem affola…


Önceki yazıda anlattığım zorlukların karamsar bir tablo gibi algılanmasını istemem. Şahsi fikrim, ‘sağlıklı’ (aslında bu ifade de doğru değil ama hızlı hızlı yazarken öyle yazıverdim, doğrusu ‘normal gelişim gösteren’ olacak) bir çocuğu da bugün hiçbirimiz saksıdaki bir çiçekmiş gibi suyunu verip bir köşede tutmuyoruz değil mi? Eğitiyoruz, öğretiyoruz, bilgisayar başına oturup gelişimine fayda edecek etkinlikler araştırıyoruz, bulup uyguluyoruz. Ben de bunların aynısını yapıyorum. Diğer çocuklar 1-2 kerede öğrenirken ya da yapıp hallederken, ben 5-6 tekrar yapıyorum, o kavramlar genelleninceye kadar pekiştirmesini yapıyorum. Yani hepimiz illa ki belki daha az belki daha çok çaba sarf ediyoruz. Nihayetinde çocuk ‘yetiştirmek’  başlı başına büyük bir iş! Hayat bizim için de normal akışında gidiyor. Bazı farklılıklar yok mu? Tabii ki var. 26 aylık yürüdü Ege. O güne kadar taşıdım hep kucağımda. 3 yaşında konuşmaya yeni yeni başladı. Ben ona işaret dili öğrettim, o arayı öyle kapattık. Yani bir yolunu bulduk illa ki. Ama hayatın da sonu gelmedi. Tatile de gittik, sinemaya da, arkadaşlarımıza da. Engelli çocukla hayatı sürdürmek kısmı yine insanın elinde. İnsan istedi mi her şeye çözüm buluyor. Hele ki bu çağda!

Çocuğu eve kapatmak noktası külliyen karşı olduğum bir şey, sokağa çıkmasını, hayata karışmasını mimari ya da yaşam desteği ünitelerine bağlı olma noktasında engelleyen bir şey yoksa (ki bunlara da çözüm bulunabilir). Her çocuk, özel gereksinimli olsun olmasın, hayata karışmalıdır. Geçmişte eve kapatıldıkları için bu çocuklar/bireyler, ne yazık ki toplumdaki önyargılar kırılmak bilmiyor. Hayatın içine katmamız gerekiyor. Her yere götürüyorum ben oğlumu kimseden çekinmeden. Başımıza bazen tuhaf şeyler gelmiyor mu? Geliyor, önceki yazıda anlattığım gibi. Ama bunların hiçbiri bizi alıkoyamaz. Hayata kattıkça ancak bu önyargıları kırabiliriz. Tipik gelişim gösteren çocuklarla engelli çocuklar bir arada büyüdükçe bunun ‘korkulacak’ bir şey olmadığını anlayacaklar. Başta sorulan engelli çocuk istemeyen aileler, kendi çocuklarıyla engelli çocuğu nasıl denk görecek sorusu da bir başka husus. Dedim ya kreşe bile almak istemediler. Kreş yahu bu, diğer çocuklar da atom parçalamıyor. Altı üstü oyun oynayacaklar, okul öncesi düzeyinde birkaç bir şey öğrenecekler. Önce okul yönetimlerine tosluyorsunuz, sonra da belki diğer ailelere. (Henüz hiç aileye toslamadım ama biliyorum, ilkokula başlayınca o da olacak.)


Engelli çocuk sahibi olmak, hayatınızın mahvolduğu anlamına gelmez. Şu sözü de çok severim: “Down sendromlu çocuk sahibi olmak, manzaralı yoldan gitmek gibidir. Gideceğiniz yere illa ki varırsınız. Belki biraz uzun sürebilir ama o yolculuğa değer!” Olaya nasıl baktığınız, ne kadar kabullendiğiniz, ne düzeyde çözüm bulmaya gönüllü olduğunuzla alakalı pratikte işleyiş. Şunu bir eğitim uzmanından dinlemiştim: İsrail’de görme engelli arkadaşlarıyla aynı sınıfı paylaşan tipik gelişim gösteren çocuklar, arkadaşları için özel gözlükler tasarlamışlar. Gözlük etrafta neler olduğunu algılayıp analiz ediyor ve sesli bir şekilde görme engelli bireye anlatıyor. Böylelikle sağında solunda önünde ne olduğuna dair neredeyse görür gibi bir fikir sahibi oluyor çocuk. İşte bu, bizi kurtaracak olan nokta! Çocuklar, arkadaşlarının ihtiyaçlarını daha iyi anlayıp onlar için çözümler üretmeye başladığında fark yaratılmış oluyor. İşte bunu sağlamak için de o engelli çocuklar evden çıkmalı, normal okullara yaşıtlarıyla gitmeli! Ancak böyle ilerleme kaydederiz.  
Engelli çocuk acı çekiyor mu kısmı da yüzde yüz yanıt bulabileceğimiz bir alan değil. Engel grubuna göre değişiyordur illa ki. Ama düşünürsek sağlıklı bireyler olarak bizlerin de başına bir sürü şey gelebilir, fiziksel ya da psikolojik acı çekebiliriz. Hayatın içinde beyazın da siyahın da olduğunu unutmamak gerekiyor.

Şimdi bir oğlum daha var benim. 7 aylık. Engelli bir ağabeyi var ama ben inanıyorum ki ben Ege’den nasıl çok şey öğrendiysem o da öğrenecek. Bence bir zenginlik bu. Tabii ki çocukların arasındaki ilişkinin çok iyi yönetilmesi önemli. Ufaklık doğduğunda psikolog bir arkadaşıma ‘İki çocuk, vicdan azabıymış’ demiştim. Neden öyle diyorsun, dedi. Dedim birine vakit ayırırken, öbürüne ayıramıyorsun. Aklın öbüründe kalıyor. Öyle düşünme demişti. İki çocuğun var, evet, ikisine gösterdiğin ilgi şartlar karşısında ‘eşit’ olamayabilir ama önemli olan ‘eşit’ olması değil, ‘adil’ olması demişti. “Şu an bebek sana muhtaç, senden besleniyor, tabii ki onunla daha fazla ilgilenmen gerekiyor. Aynı süreyi Ege’yle geçiremiyor olman senin kötü bir anne olduğunu göstermez. Adil olması yeterli. Hem bu arada Ege de çok önemli bir şey öğreniyor.” Bir şey öğrenemiyor, ödevlerini tekrar edemiyoruz ki dedim. “Çocuk, sayıları, harfleri, kavramları illa ki öğrenir. Önemli olan bazı değer yargılarını öğrenmesidir. Ege, şu an hayatta, önceliklerin de olduğunu öğreniyor.” demişti. Ege nasıl şimdi kardeşinden ötürü bunları öğreniyorsa, Efe de büyüdükçe ağabeyinden, onun farklı olmasından çok şey öğrenecek eminim. Hayata ve insanlara bakış açısı daha farklı olacak. Evet, zorlanacağım günler olmaz mı yine olur. Ergenliği var bu işin, başka halleri de olacaktır. Ama o, bu gerçekle büyüyecek. Onu da sentezlemeyi öğrenecek, ben de elimden geleni yapacağım onun için.

Benden sonrası kısmı işin en zor kısmı. Benden sonra Ege’ye ne olacağını bilmiyorum maalesef. Bu sorunun cevabı yok. Ama bugün Allah korusun hepimizin başına bir şey gelebilir. Akşama eve dönebileceğimizin garantisi yok değil mi? Çocuklarımıza ne olacağını bilebilir miyiz? Bilemeyiz. Engelli bir çocuğu olan anne için tabii ki daha ağır bu sorunun cevabı. Çünkü normal gelişim gösteren bir çocuk öyle böyle hayatta kalmanın yolunu bulur (başına çok kötü şeyler gelmedikçe ve çok kötü insanlarla karşılaşmadıkça). Engelli çocuğun kendine özgü kısıtlılıkları illa ki olacak. Benim amacım onu gelebileceği en iyi noktaya getirebilmek. Kendine yetebileceği en üst düzeye getirmek. E iyi tamam da Nur, sonra? Sonrasını gerçekten bilmiyorum. Kardeşine böyle bir misyon yüklemek gibi bir düşüncem asla yok tabii ki! O da bir birey ve kendi hayatı olacak. Hiçbirimiz kardeşimize bakmakla yükümlü değiliz. Ama bakmıyor muyuz, ilgilenmiyor muyuz, illa ki ilgileniyoruz. Korkuyorum diye Allah benden önce onu alsın demiyorum asla! Onun payına düşen neyse onu yaşamalı, benle ya da bensiz. Ben sadece onu yeterli donanıma kavuşturacak kadar daha yaşarsam yeter diye dua ediyorum. Ülke şartları malum mu? Evet malum. Ama umudum var. Böyle kalmamalı, kalamaz! Belki de sırf bunun için yazıyorum bunca şeyi. Siz güzel annelerle paylaşıyorum ki belki işte sizin çocuklarınızdan biri benim oğlumun ilerde hayatını daha iyi idame ettirmesi için bir adım atacak, bir fark yaratacak, toplumda yer edinmesine vesile olacak. Kim bilir…

Bu konuyu açarken ekstra kredi istemiştim. Bu kadar uzatacağımı düşünmemişsinizdir. Engelli çocuğu doğurup doğurmama mevzusunu belki çok ötelere taşıdım ama ancak böyle cevap verebildim. Beyin fırtınası yapalım demiştiniz ya, tüm bu soruların benim beynimdeki fırtınasının yansıması bu şekilde. Hak veren de olabilir vermeyen de. Uzun uzun yazıp bunalttıysam, ya da gözden kaçırıp atladığım, kırıp döktüğüm bir şeyler varsa affola. Son olarak, bana bu kadar çok deneyimi yaşatıp hayata bakışımı külliyen değiştiren Ege'yi sizle tanıştırayım.



 Ona her baktığımda aynı şeyi hissediyorum: Bu güzellik başkasının olsa kıskançlıktan çatlardım! O benim başımın tacı! Tıpkı herkesin evladının annesinin baş tacı olduğu gibi! Sevgili anneler, ben inanıyorum "Güzel günler göreceğiz, güneşli günler..." Sevgiler https://www.facebook.com/images/emoji.php/v7/f6c/1/16/2764.png


                       
Nur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...