9 Mart 2017 Perşembe

Bankanın Islak Hunterları

Bugün Burak'la bol yağmurlu bir gün yaşadım. Islanmamaya çalışıp kangrudaki çocuğu oyalarken bankada çalıştığım zamanlar geldi aklıma:) Kangrudaki çocuklu anılarımdan sonra o zamanlarım çok uzak geliyor şimdi bana. 





Yılı tam hatırlamıyorum ama tahminen 2008. Bankada zurnanın zırt dediği yerde çalışıyorum. Saha kredi pazarlama! Plaza dilinde tabi ki afilli karşılığı var. "Hunter"!! Avcı yani.



Gerçekten birer avcıydık. Ava giderken avlananlar( birinin müşterisini çalmaya çalışırken birisinin senin müşterini çalması) birbirini avlayanlar, savaş ortasında Legolas ve Aragorn gibi sırt sırta savaşan insanlarla dolu bir yerdi. Mesai saati içinde birbirimizi orglar gibi görürdük. Mesai bittiğinde cüceler gibi efsane müşterilerimizi konuşur, biralarımızı tokuştururduk. 

Sokaktayız yani! En kötü zamanlar yağmurlu ve havanın 40 derece olduğu mevsimlerdi. Uzmanların bugün dışarı çıkmayın uyarısı yaptığı vakitler biz hep sokaktaydık. Hemde ulaşımı otobüs, dolmuş ve tabanvayla yapıyorduk. 

Yine İzmir'in manasız yağmuru vardı o gün. Bir anda yağmur sağdan yağarken, bir anda soldan yağar sonra bir bakarsın iki taraftan yağar. Havasına kızına belli olmaz ya İzmir'in. Yağmuruna da belli olmaz. Hani filmlerde prodüksiyon kötü diye yorumladığımız araba camına vuran, kovadan boşalırcasına yağan yağmur vardır ya hıh işte öyle yağıyor.

Bende Alaybey tarafına gittim. Öyle havalarda pek mıntıkamdan uzaklaşmazdım ama iyi bir müşteriydi. Atladım gittim otobüse. Ofisten çıkarken yağmur normaldi, alışık olduğum birşeydi zaten yağmur. Neyse müşteriye vardım. İşlemi aldım. Döneceğim ama döneceğim durağı bulamıyorum. Tek yönmüş başka yola geçmem lazımmış durak için. Neyse gittim o durağa ama sıçana döndüm. Her yerim ıslak. Otobüsü beklemeye başladım ama gelmiyor. Otobüs durağının içinde bekleyemiyorum çünkü yağmur durağın içine yağıyor. Yağmasa bile geçen arabalar yol kenarındaki suyu sıçratıyor. Durağın arkasına geçtim ve öylece beklemeye başladım. Taksi zaten yok! Kaç dakika bekledim bilmiyorum ama ömürdü. O anlarda tüm iş hayatımı sorguluyorum. "Yapmaktan keyif alıyorum ama bu mu yani?" demekten kendimi alamıyordum. 

Otobüs geldi. Tek istediğim otobüsün içinin sıcak olması. En azından üstüm başım kurur diye ümit ediyorum. Evet otobüs sıcak ve kuru ama öyle kalabalık ki zaten insanların nefes alışverişinden tüm camlar buhar kaplıydı.

Sonuç üstüm kuru, ayakkabılarım vıcık vıcık vardım ofise. 

Ofis dememe bin şahit lazım. Bir hayvan barınağını düşün, yağmur yağarken  üstü açık teller arasında kalmış köpek yavruları gibi ıslağız hepimiz. Herkes kaloriferlerin başında bir yerlerini kurutmaya çalışıyor. 

Şefler evrakları topluyor. Bir yandan da trafikte kalmış diğer ıslak köpek yavrularını arıyorlar. Öyle bir baskı var ki üstlerinde kimin ne kadar ıslandığı kimsenin umurumda değil. Evrakların ıslanıp ıslanmadığı daha önemli. 

Şefim görüp görebileceğiniz en iyi şeflerdendi. Bileğinin hakkıyla gelmiş ve yaşadığımızı iyi bilirdi. Biz kurumaya çalışırken o evraklarımızı yazıyordu. Birden "Açelya sana kargo var. Hemde Akçay'dan." Ney?! İki haftada bir zaten gelen annemle babam bana neden kargo yollamışlar ki diye düşünüyorum. Birde ne yılbaşı ne doğum günüm kışın ortası. 

Aldım hemen açtım kargoyu. Gördüğüme inanamadım içinden yeni bir çift ayakkabı çıktı. Babam seveceğimi düşünüp görüp almış. Yağmurlarında başlayacağını bildiğinden kargoyla yollamış. 

Yaşadığım şoku hissettiğim duyguları sözcüklerle buraya yazamam. Nuh'un fırtınasında suda yüzen tahta parçasında kalmış köpek yavrusunu Nuh'un kurtardığı gibi babamda o gün benim hasta olmaktan ve en zor anımda yanımda olduğunu hissettirip beni yıkık dökük bir psikolojiden kurtardı. 

Şimdi ne zaman yağmurdan ıslanmış bir beyaz yaka görsem o yakanın hakkı olan ıslaklık aklıma geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...